26 Mart 2013 Salı

Başlıksız...


En uzak ölümlerden bile bahsetmeyi sevmez ki insan... Gözleri dolar, boğazı düğümlenir, uyuyamaz, sağa döner, sola döner, yorganıyla boğuşur, daralır, atar yorganı, kalkar yatağından. Ölen kişiyi tanımamış, onunla yaşamamış, onunla çalışmamış olsa da, gördüklerinden, duyduklarından etkilenir insan. Canı sıkılır bu terkedişe.

            Mehmet Ali Birand’ın vefatı da böyle bir etki yarattı bende. Her akşam televizyon izlemesem de, kanallar arasında dolaşırken önce gözündeki ışıltıya, sonra gülümsemesiyle belirginleşen yanaklarına, bir de gazetecilik aşkıyla haberlerini sunuşuna takılıp kaldığım adam kimsenin beklemediği bir zamanda, kimsenin beklemediği bir şekilde uykuya daldı, gitti.

            Gazetelerde, televizyon kanallarında, sosyal medyada Mehmet Ali Birand’ı anlatan, onunla olan anılarını paylaşan gazeteciler gibi birşeyler anlatamıyorum size çünkü onu tanımıyorum. Ne yazık ki onun döneminin gazeteciliğine, televizyonculuğuna yetişemedim. Belki bir on-onbeş sene kadar erken doğmalıymışım... O da olmamış işte. Bugün ekranda gördüğünüz habercilerin çoğu ona yetişmişler, gazeteciliği ondan öğrenmişler, herşeyden önemlisi bu işi severek yapmayı öğrenmişler. Ne mutlu onlara...
           
            Röportajlarda,  Mehmet Ali Birand için en çok söylenen şey şuydu : Haberciliğe yani işine aşıktı. Ekranda gözleri parlıyor, haberi okumuyor; anlatıyor, analiz ediyor, dili sürtçüyor, muzur çocuk gibi gülüyor, gaflarıyla güldürüyor, toparlıyor, devam ediyordu.

            Kameranın karşısında kendini iyi hissediyordu. Bunun için hastalığına, ertesi gün gireceği ameliyatlara rağmen dimdik, güleryüzlü çıkıyordu seyircilerinin karşısına. Salı akşamı, onu Ana Haber Bülteni’ni sunarken gördüğünüzde perşembe akşamı vefat edeceğini düşünür müydünüz?  Hem de saat 18.29’da, Ana Haber Bülteni’ne yarım saat kala... Toparlanıp gelebilse, hiç şüphesiz gelirdi Türkiye ile randevusuna. Fakat gelemedi. Senelerdir takip ettiği gündemi iş arkadaşlarına emanet etti.  Türkiye’de habercilik adına arkasında birçok şey bıraktı ve gitti.

            Kimse nasıl bir ölüm istediğinin hayalini kurmaz heralde. Hele o, o kadar hayata bağlıyken bunları hiç düşünmemiştir, düşünse bile hiç kimseye söylememiştir. Ama onun ölümü bana nasıl bir ölüm isterdim diye düşündürttü açıkçası: En az onun kadar işine aşık, dünyada kalıcı olacak birkaç -umarım birçok- eserin (kitabın, haberin, yazının, özlü sözün vs...) ardından kimseye muhtaç olmadan, dimdik, başarılı, güleryüzlü, hiç birşey olmamış gibi yaşanan güzel bir gün, gecesinde de derin bir sessizlik....  Çok değil, belki biraz onunki gibi... 

* Bu yazı 20.01.2013 tarihinde Kocaeli Gazetesi'nde yayınlanmıştır: 
http://www.kocaeligazetesi.com.tr/root.vol?title=basliksiz&exec=page&nid=497390

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder