En uzak ölümlerden bile bahsetmeyi sevmez ki insan... Gözleri dolar, boğazı
düğümlenir, uyuyamaz, sağa döner, sola döner, yorganıyla boğuşur, daralır, atar
yorganı, kalkar yatağından. Ölen kişiyi tanımamış, onunla yaşamamış, onunla
çalışmamış olsa da, gördüklerinden, duyduklarından etkilenir insan. Canı
sıkılır bu terkedişe.
Mehmet
Ali Birand’ın vefatı da böyle bir etki yarattı bende. Her akşam televizyon
izlemesem de, kanallar arasında dolaşırken önce gözündeki ışıltıya, sonra
gülümsemesiyle belirginleşen yanaklarına, bir de gazetecilik aşkıyla
haberlerini sunuşuna takılıp kaldığım adam kimsenin beklemediği bir zamanda,
kimsenin beklemediği bir şekilde uykuya daldı, gitti.
Gazetelerde,
televizyon kanallarında, sosyal medyada Mehmet Ali Birand’ı anlatan, onunla
olan anılarını paylaşan gazeteciler gibi birşeyler anlatamıyorum size çünkü onu
tanımıyorum. Ne yazık ki onun döneminin gazeteciliğine, televizyonculuğuna
yetişemedim. Belki bir on-onbeş sene kadar erken doğmalıymışım... O da olmamış
işte. Bugün ekranda gördüğünüz habercilerin çoğu ona yetişmişler, gazeteciliği
ondan öğrenmişler, herşeyden önemlisi bu işi severek yapmayı öğrenmişler. Ne
mutlu onlara...
Röportajlarda, Mehmet Ali Birand için en çok söylenen
şey şuydu : Haberciliğe yani işine aşıktı. Ekranda gözleri parlıyor, haberi
okumuyor; anlatıyor, analiz ediyor, dili sürtçüyor, muzur çocuk gibi gülüyor,
gaflarıyla güldürüyor, toparlıyor, devam ediyordu.
Kameranın
karşısında kendini iyi hissediyordu. Bunun için hastalığına, ertesi gün gireceği
ameliyatlara rağmen dimdik, güleryüzlü çıkıyordu seyircilerinin karşısına. Salı
akşamı, onu Ana Haber Bülteni’ni sunarken gördüğünüzde perşembe akşamı vefat
edeceğini düşünür müydünüz? Hem de
saat 18.29’da, Ana Haber Bülteni’ne yarım saat kala... Toparlanıp gelebilse,
hiç şüphesiz gelirdi Türkiye ile randevusuna. Fakat gelemedi. Senelerdir takip
ettiği gündemi iş arkadaşlarına emanet etti. Türkiye’de habercilik adına arkasında birçok şey bıraktı ve
gitti.
Kimse
nasıl bir ölüm istediğinin hayalini kurmaz heralde. Hele o, o kadar hayata bağlıyken
bunları hiç düşünmemiştir, düşünse bile hiç kimseye söylememiştir. Ama onun
ölümü bana nasıl bir ölüm isterdim diye düşündürttü açıkçası: En az onun kadar
işine aşık, dünyada kalıcı olacak birkaç -umarım birçok- eserin (kitabın,
haberin, yazının, özlü sözün vs...) ardından kimseye muhtaç olmadan, dimdik,
başarılı, güleryüzlü, hiç birşey olmamış gibi yaşanan güzel bir gün, gecesinde
de derin bir sessizlik.... Çok değil,
belki biraz onunki gibi...
* Bu yazı 20.01.2013 tarihinde Kocaeli Gazetesi'nde yayınlanmıştır:
http://www.kocaeligazetesi.com.tr/root.vol?title=basliksiz&exec=page&nid=497390
* Bu yazı 20.01.2013 tarihinde Kocaeli Gazetesi'nde yayınlanmıştır:
http://www.kocaeligazetesi.com.tr/root.vol?title=basliksiz&exec=page&nid=497390
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder