26 Mart 2013 Salı

Yirmi yedi yaş gözüyle karneler ve hayat


« Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisedeki yaklaşık 17 milyon öğrenci 25 Ocak 2013 Cuma günü karne heyecanı yaşadı. »

Gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, internet sitelerinde bu cümle ve türevi cümlelerle bir karne gününü daha geride bıraktık.

Çocuklarımız, kardeşlerimiz, kuzenlerimiz, yeğenlerimiz, torunlarımız ellerinde karneleriyle yanımıza geldiler ya da telefon açıp bize karnelerindeki notları tek tek okudular. « Aferin » dedik, mutluluklarını hissettik ya da « Bundan sonra düzeltirsin » dedik, üzüntülerini farkettik, yine de otoriteyi bozmadan « Demek ki, daha çok çalışman lazım » diye ekledik, konuyu kapattık.

Bu arada gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet siteleri bizi sürekli uyardı :
« Çocuğunuzun karnesinde düşük ya da zayıf notu var ise, onu suçlamayın, yargılamayın, aşağılamayın, şiddete başvurmayın ».  Yerden göğe kadar haklılar tabii ki, söylenecek birşey yok… Ama konuşmalar hep aynı, hep aynı. O yüzden bir süre sonra insan bunları duymamaya ya da umursamamaya başlıyor. Gelin artık şu karne konusunda farklı birşeylerden bahsedelim, günümüz versiyonunu görelim şu işin.

Çoğumuzun karnesi ilkokulda « Pekiyi »lerle doluydu, ortaokul ve lisede takdirleri, teşekkürleri sıraladık. Günde bilmem kaç yüz soru çözdük, öyle ya da böyle iyi bir üniversiteyi kazandık. Orada da şeref öğrencisi olduk, üniversiteyi bitirdik. Bazılarımız işe başladı, bazılarımız yüksek lisansa. İşe başlayanların erkenden burnu sürtüldü. Çok geçmeden, yüksek lisansı bitirip kendini profesyonel hayatın kollarına bırakanların da başlarına aynı şeyler geldi. Üniversiteyi kazanamayıp iş hayatına balıklama atmak zorunda kalanların da tabii, hem de çok daha önce. Fakat sonuçta, üç ayrı yol da aşağı yukarı aynı yere çıktı. Kimse mezuniyetinin ertesi günü hayal ettiği işi bulamadı, bilmem kaç bin TL ile işe başlamadı, işe yönetici olarak girmedi, görmek istediği kadar da saygı görmedi. Kimse, « bu dünyayı ben yarattım » diyemedi, astığım astık, kestiğim kestik yapamadı, sustu kaldı, oturdu oturduğu yere. Hayat !...

Hepimizin ailesi şu ya da bu şekilde « Komşunun kızı sınavdan 5 almış, sen neden alamadın ? » diye bize hesap sordu. « Böyle giderse sen ancak çöpçü olursun » diyip hevesimizi kırdı. Sırf daha çok çalışalım da daha iyi bir okula ya da bölüme girelim diye arkadaş gezmelerini, yatıya kalmaları, televizyonu, bilgisayarı, ev telefonunu, cep telefonunu yasakladı. Biz de onları dinledik ya da dinlemek zorunda kaldık hep hayallerimize ulaşmak umuduyla. Sonra büyüdük. Ne oldu ? Kaba olacak biraz ama… Patladık… Hiç birşey hayal ettiğimiz kadar mükemmel olmadı. Bir dünya hayal kırıklığı yaşadık. Şimdi hacılar, hocalar, psikologlar, psikiyatrlar, antidepresanlar, sakinleştiriciler…  İyiyiz, yiyoruz, içiyoruz, oturuyoruz hep birlikte.

Bu kadar şey yaşadıktan sonra çocuklarınıza eziyet etmeyin.

Bırakın sınıfın en başarılı çocuğunu, komşunun kızını, kardeşinizin oğlunu… Siz kendini çocuğunuza bakın. Karşılaştırmayın. Çocuklarınızı kendisine ve çevresine zarar veren hırs küpleri haline getirmeyin. Bırakın, kendileri gibi olsunlar, insanları sevsinler.

A şehrinden B şehrine bilmem kaç kilometre ile giden arabaların birbirlerini kaç saat sonra yakalayacaklarını ya da bir musluğun havuzu doldurup diğer musluğun havuzu boşaltarak ne zaman birlikte havuzu doldurabileceklerini önemsemeyin siz. Ali’nin topu atamadığını, Veli’nin sütü içmediğini filan unutun yani. Bunlar başarı getirmiyor. Getirseydi, bize getirirdi... Hepimize…  Böyle basit şeyler için çocuklarınızı hırpalamayın.

Çocuklarınıza dil öğretin dünya vatandaşı olmaları için.
Bırakın dünyayı gezsinler.
Onları yaratıcı sektörlere yönlendirin.
« Özgün » olmayı öğretin onlara, « tek » olsunlar, ölümsüz olsunlar.
Çocuklarınıza insanları ve hayatı sevmeyi öğretin. Fakat çoğu zaman insanlar ve hayatla uğraşmak zorunda kalacaklarını ve bunun için güçlü olmaları gerektiğini de söyleyin.

Hayatı bir yerinden yalamak, ileriye taşımak, hazmetmek ve hayatta başarılı olmak, karnelerdeki notları almaktan çok daha farklı nitelikler gerektiriyor. Çocuklarınıza bunları gösterin. 

Soğuk davranmayın, trip atmayın, el kaldırmayın, bağırmayın, kişiliklerine laf etmeyin. Onları gerçekten sevin.
Doğrularıyla, yanlışlarıyla çocuklarınızı kabul edin. Ama bütün bunların sorumluluklarını taşımayı da öğretin.

İşte 2013 senesinde 27 yaş gözüyle karne heyecanı, stresi, sevinci, üzüntüsü. Fazla mı iyi, fazla mı kötü bilmiyorum. Umarım kanınıza girmiştir söylediklerim.

Neyse..
Bu kadar konuşmadan sonra…
Yine de çocuklarınızın karnelerini imzalamayı unutmayın ki tatil dönüşü okulda sorun yaşamasınlar.


*Bu yazı 27.01.2013 tarihinde Kocaeli Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 
http://www.kocaeligazetesi.com.tr/root.vol?title=yirmi-yedi-yas-gozuyle--karneler-ve-hayat&exec=page&nid=499646

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder